22 Aralık 2013 Pazar

ah bu ismet abi'nin şiirleri

karlı olmasa bile en uzun gecesinde bir dünya yılının,
ayaktayım diye geçineni uyandırmak...

-robdöşambrının önü sımsıkı bağlı
ayaktaydı, balkonda
sol kolu belinin hizasında,
eli alışageldiği pozisyonda;
işaret parmağıyla orta parmağı sigarayı sıkıştırıp tutarken
baş parmağıyla orta parmağını birleştiriyordu
istemsizce-


"...gittikçe ışıldardım dükkanlar kararırken
hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı...

...ve bu yüzden göğsümde dakikalar
ince parmaklar halinde geziniyor
konvoylar geçiyor meşelikler arasından
bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına
ölümden anlayan ciddi bir yaprak
unutulacak diyorum, iyice unutulsun
neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak."


Paşa Yaylası'nda ıssız bir gün batımından, Şubat sonu '12

Aydın / dünyanın en uzun gecesi '13

12 Aralık 2013 Perşembe

atlamak isterdim



İmkanım olsa en yüksek yamaçtan kendimi boşluğa bırakmak isterdim.
Hem de ufka doğru son sürat koşturup
kara ile olan son temasımdan sonra başımı geriye doğru çekip ters takla atarak.

Atlama öncesi uçurumun ucuna kadar geldiğim ilk 5 adımımın ilki aşağı bakmadan manzarayı görmek, tefekkür etmek, 
ikincisi aşağıya bakmak,
üçüncüsü korkmak,
dördüncüsü tereddütte kalıp son anda vaz geçmek,
beşincisi de korku ve cesaretin birleşmesinden ibaret olurdu.

Bazıları paraşütün açılıp açılmayacağını merak ediyor.
Bunu anlamanın tek yolu var;
Atlamak ve görmek.

Ecnebilerin Base Jumping dediği şeyin müctebaca adı budur: Özgürlük.
Lezzetin, şehvetin, kahkahanın yani adrenalinin doruk noktası.

Bu yüzdendir hep 'en yükseğe çıkma' değil en yüksekten atlama arzum.
Hatta deniz seviyesinin de altına inmek bunu devam ettirmek istediğimden...

Kabul edelim beyler, Alice tavşan deliğinden düşerken bundan oldukça zevk aldı. Hem de zaman farklı akmaya başladıktan çok kısa bi' süre sonra.



6 Ekim 2013 18:23
Kahramanmaraş-Aydın dönüşü, dağların arasında Pozantı civarları

2 Temmuz 2013 Salı

Gıybet


Judith Beheading Holofernes - Caravaggio 1598

Selmân-ı Fârisî (ra) bir defasında Rasûlullâh (sav)’in ashâbından iki kişi ile beraberdi. Onların hizmetlerini görür ve yemeklerinden yerdi. Bir gün insanlar yürüdüğünde Selmân uyuyakalmış ve onlarla birlikte gidememişti. İki arkadaşı, onu arayıp bulamayınca çadırlarını kendileri kurarak konakladılar ve:

“–Selmân pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor.” diyerek Selmân’ı hafife aldılar ve gıyabında konuştular.

Selmân geldiğinde de onu, kendilerine katık istemek üzere Hazret-i Peygamber (sav)’e gönderdiler. Selmân, elinde bir kapla Rasûlullâh (sav)’in yanına vardı:

“–Ey Allâh’ın elçisi, şayet Sen’in yanında katık varsa kendilerine vermen için arkadaşlarım beni Sana gönderdiler.” dedi.

Allâh’ın Rasûlü (sav):

“–Arkadaşların katığı ne yapacaklar, onlar katıklarını yediler.” buyurdu. Selmân dönerek o ikisine Rasûlullâh (sav)’in sözlerini haber verdi. Onlar da kalkıp Allah Rasûlü’nün yanına geldiler ve:

“–Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik.” dediler. Rasûlullah (sav):

“–Konuşmalarınızla siz Selmân’ı (gıybet ettiğiniz için) katık olarak yediniz.” buyurdu, peşinden de: “…Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?..” (Hucurât, 12) âyet-i kerimesi nâzil oldu.

Diğer bir rivâyete göre Allah Rasûlü sözlerinin devamında:

“–Ben o kardeşinizin etini dişlerinizin arasında görüyorum.” buyurmuştu. Bunun üzerine o sahâbîler:

“–Yâ Rasûlallâh, bizim için istiğfâr ediver!” dediler. Fahr-i Kâinât Efendimiz de:

“–Gıybet ettiğiniz arkadaşınıza ricâ edin de sizin için o istiğfarda bulunsun.” buyurdu. (İbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 231)

29 Mayıs 2013 Çarşamba

gündüz kaçar gece yakalanırsın



sesim ağlamaklı oldu birden
çok garipti
daha önce hiç olmamıştı
hazan düğümlenmişti de boğazımda
sesime yansımamıştı
sönük bir açılışın burukluğu
buruktan da öte bir incinmişlik,
beni kendimden ürpertmeye yetti
ve sonra biraz ıslandım.
yetmedi.
bayağı ıslandım
paçalarımın altında çamuru hissedene dek.
yetti.
ama başım kuru kaldı...

biri sadrımı içeriden sıkıp sıkıp bırakıyor...

bu kıvrak raylarda
kömürü hüzün olan bir lokomotiften ne farkım var
buharımın zehri sadece bana

oysa ben de isterdim
bacamdan bembeyaz bulut çıksın
kirli beyaz martılar değil

*

sıkılıyorum bunalıyorum
elimde değil
hayatımda hiç basmamış hafakanlar,
savuşturduklarıma benzemeyen karabasanlar uğruyor yatağıma.
tamam diyorum gelin.
hepiniz gelin.
nasıl olsa birazdan iki yanımdaki perdeler açılacak ve biteceksiniz

...velakin
umduğum gibi olmuyor
yastığıma gömecek kadar
çenem yerinden çıkacak kadar
nabzım ikiyüzü bulacak kadar
sıkıyorlar

elde var şefkat tokadı...


Nisan'ın dördü, yer-yön oryantasyonumu kaybettiğim bir gece, 2013

23 Mayıs 2013 Perşembe

Bir sancı sırasında akla düşen şehir

Bazı şehirler vardır.
Ömrünüzde bir kere gidersiniz.
Gece varır,
gece gezer,
4-5 saat anca kalır
sonra yola koyulursunuz.
Ve gönlünüzde yer kaplar bu şehirler. Gündüz gözüyle görseniz aynı etkiyi bırakmayacaktır belki de.
Ve 7 yıl sonra bir gece yatakta kıvranırken -pat değil- cız diye gelir zihninize bu şehir.

Gjirokastër;
7 yıl aradan sonra ilk defa...

13 Mart 2013 Çarşamba

Ufak fırsatlar



Musée du Louvre'a sağ yanını dönmüş bu heykel muhtemelen Tour de Eiffel'e bakıyor. Nereye baktığı mühim değil. Benim içimi acıtansa -tabii ki asıl can yakan arka fonda Erik Bey'in terennüm ettiği eserdir- şu heykelin narûh olmasına rağmen içinde bulunduğu haletidir. Dahası benim ömrümde şimdiye dek bir kez gidebildiğim bu şehirde bu heykeli göremeyişimdir beni hüzünlendiren. Kulağımıza üflenen eşsiz notalar ile o da bizim gibi mest olmuş durumda.
Şöyle güz aylarından birinde hafif yağmurlu ve serin bir hava, içimde gömlek artı hırka ayaklarımda rahat rahat şehri arşınlayabileceğim pabuçlar ile bu heykelcik her nerede ise onun yanında üç dakika (bir sigara yakımlık yani) yahut yedi dakika (rûhum o anda orada ne kadar süreye gereksinim duyarsa doymak için o kadar dakika) dursam fena mı olurdu... 
An'lar, anılar önemlidir.
Fotoğraf, video, yazı bunların hiçbiri o ânı yaşamayı bire bir hissettiremez.

Şimdi desem ki yaşamak güzel, kıymetini bilelim. Her fırsatta en ufak şeylerle unutlmaz ânlara gark olalım. Sokağın ortasında yere düşmüş duran bir turunç meyvesine kocaman anlamlar yükleyelim mesela. Eksik yorumlamak mümkün. Çok da umrumda değil açıkçası. Nasıl istenirse öyle anlaşılabilir.